Biyolojik sorumluluklarımız

Genlerimizin bizden sadece iki beklentisi var:

  1. Çocuk yap.
  2. Çocuğunun hem madde 1′i hem de madde 2′yi uygulamasını sağla.

(Buyur fraktal döngüye.)

Kargo Kültü

Bugün “cargo cult” diye bir terim öğrendim. 19. yüzyıl sonlarında teknoloji görmemiş kabileler ile batılıların karşılaşmalarının sonucu olarak, Yeni Gine, Melanezya ve Mikronezya da ortaya çıkan bir fenomen: Kabileler, batılıların getirdikleri malzemelerden biraz daha gelsin diye onların anlam veremedikleri hareketlerini ve objelerini taklit ettikleri bir takım törenler, ritüeller icad etmişler. (Ekşi Sözlük, Wikipedia)

 

Supercargo'dan Cargo cult Segway

Supercargo’dan Cargo cult Segway: http://cargoclub.tumblr.com/ Bu dogru anladiysam yerlilere modern nesneleri taklit ettiren Peter Moosgaard isminde bir sanatcinin isi.

 

Size bahşedilen ödüller ile aksiyonlarınız arasında açık seçik bir ilişki olmadığında ortaya çıkması muhtemel bir durum. (Google ile web yayıncısının ilişkisini andırıyor biraz.)

Empati

Herhalde Philip K. Dick‘in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi (Blade Runner) romanından beri, yapay zekayı gerçek zekadan ayırdetmek için empatisi var mı yok mu ona bakmaya eğilimliyiz. Filmlerdeki insan görünümlü robotlar hep donuk bakışlı duygusuz şeyler. Neden acaba? Empati, sevgi filan programlanması hiç de zor şeylere benzemiyorlar.

Türk’lüyorum çünkü…


Müzik şirketlerinin telif hakkı terörüne gıcık olan Girl Talk isimli proje grubu, “madem öyle” diyerek tam 264 şarkının sample’larından (parça) oluşan bir albüm yayınlamış. albümü internetten gönlünüzden ne koparsa yöntemi ile indirebiliyorsunuz. gönlünüzden 0 dolar kopmasına izin veriyorlar.


daha ilginci mim üstadı waxy.org‘un sahibi Andy Baio, (zaten Girl Talk severmiş) bu müzik parçaları hakkında bir data madenciliği çalışması yapmaya karar vermiş, ve istediği datayı Amazon’un mekanik türk’üne sormuş. 13,20 dolar karşılığında bütün parçaların kaynağı olan şarkıların yayınlanma tarihlerini amazon’un mekanik türk işçilerine, doğrulama olsun diye çifter çifter girdirtmiş. Amazon Mechanical Turk, biliyorsunuz, data girme işlerini para karşılığı, dünyada boş vakti olan insanlara yaptırabildiğiniz bir servis.


Daha da ilginci Andy Baio, bu işleri yapan insanlardan, yine parasıyla, ellerinde “Türk’lüyorum çünkü…” yazılı bir kağıtla fotoğraflarını çekip göndermelerini isteyen bir amazon mechanical turk görevi hazırlamış. çünkü hem bu insanların suratlarını merak ediyormuş hem de kimliklerini kaç paraya açık edeceklerini öğrenmek istemiş. önce istek başına 0.05 dolar vermiş çok az kişi gelmiş. 0.50’ye çıktığında 30 kadar kişi fotoğrafını göndermiş. fotoğraflar da burada.

Gelecekten Haberler

Teknoloji münecciminiz olarak bugün gelecekten haberler vermeye niyetlendim. Esas amacım 40 yıl sonra bu yazıya rastladığımda bol bol gülmek. Bahsedeceğim her şey önümüzdeki 20 yıl içinde gerçekleşebilir. Gerekli hazırlıkları yapmak sizin elinizde.

Müzik
Duyduğumuza göre CD dükkanları kapanmaya başlamış bile. Birkaç yıl içinde bütün müzik alışverişi internet üzerinden yapılıyor olacak. Birkaç tane büyük iTunes benzeri dijital müzik pazarı doğacak ve birbirlerini yiyecekler. Hiçbir plak şirketine bağlı olmayan müzisyenler hem tanıtımlarını hem de satışlarını bu tip siteler üzerinden kendileri yapabilecekler. (artist 2.0: https://chatkapi.com//hop/artist) DRM (dijital hak kontrolü) teknolojileri, yani insanların sahibi oldukları müzikleri paylaşmalarını engelleyen teknolojiler, özellikle arkadaşınızdan aldığınız müziği üç dinlemeden sonra silen Microsoft’un Zune’u gibi şeyler yok olacak.

Read More

Olası yeni endüstri devrimi

Satın alabileceğimiz ucuzlukta 3 boyutlu bir yazıcı olsa, biz bilgisayarda bir model çizsek o bizim için sağlam bir kopya üretse, kimbilir neler neler yapardık. Mimarlar ve endüstri tasarımcılarının hayatlarını kurtarmak dışında, sadece oynamak için bile harika bir şey olmaz mıydı?

Henüz gözle görülür şekilde hayatımıza girmiş olmasalar da birkaç senedir 3 boyutlu yazıcılar var. Şu anda çok çok pahalı olduklarından (fiyatları 25 bin dolar ila 1,5 milyon dolar arasında değişiyor) bunları sadece bazı büyük firmalar hızlı prototip üretmekte kullanıyorlar. Ama yakında ucuzlayacaklar

Read More

Dönergeçler Tarihi

Neredeyse bin beşyüz yıldır insanoğlu sonsuz hareket makinesinin peşinde (devridaim makinesi de deniyor). Bu makine teoride bir kere çalıştırıldıktan sonra bir daha müdahale ya da yakıt gerektirmezsizin sonsuza kadar dönebilen bir düzenek.

5. yüzyıldan kalma sanskritçe yazılmış dokümanlarda bu düzeneği tarif eden çizimler bulmak mümkün. Daha etraflı ilk çizimlere 1159 civarında yaşamış yine hintli matematikçi Bhaskara’nın dokümanlarında rastlanmış. Bhaskara’nın tekerleği kenarına yerleştirilmiş sıvı ile yarı dolu silindirler içeriyor. Dönme hareketi ile yer değiştiren sıvının tekerleğin bir tarafını hep daha ağır tutacağı böylelikle döndüreceği varsayılıyor.

Read More

İçini açamadığın şeyin sahibi değilsin

Tanıdığım en becerikli arkadaşım, yıllar önce evinde film banyo edebilmek için kendi kendine bir agrandizör yapmıştı. Ayrıca müzik dinlemek için kullandığı nesnenin hoparlörleri de kocaman karton kutulara monte edilmiş kabinlerden oluşuyor ve hiç de fena ses çıkarmıyorlardı. Kendisi uzun yıllar tıp okumasına rağmen şimdi su altından geçen fiberoptik kabloları tamir etmekle görevli bir geminin yöneticiliğini yapıyor. Son duyduğumda şirketi için satın alsalar bilmemkaçyüzbin dolara malolacak bir vinç inşa ediyordu.

Bizim becerikli diye bildiğimiz, bu arka bahçelerinde, garajlarında, ufak atölyelerinde çılgın gereçler üreten insanlara artık “Maker” (yapıcı) diyorlar. Bu ismin altında, potansiyeli görüp 2005 yılında yayın hayatına başlayan O’Reilly dergisi “Make” var (http://makezine.com). Make 3 ayda bir yayınlanıyor ve kendi kendinize yapabileceğiniz çok eğlenceli projelerle tıka basa dolu. Read More

Zombilerin şafağı

Bilgisayarınız size hiç farkettirmeden birtakım illegal işler çeviriyor olabilir. Eğer yapıyorsa bunu “aşırı gelişmiş virüs” diyebileceğimiz minik programlar sayesinde ve kendisi gibi ele geçmiş bilgisayarlardan oluşan dev bir sürünün parçası olarak yapıyor. Bu sürülere “botnet” diyorlar. Her botnet’in sürüyü güden bir çobanı var. Çoban ne emrediyorsa sürüdeki bilgisayarlar, ki bunlara zombie deniyor, sorgulamadan itaat ediyor.

Bilgisayar virüsleri, insanlar yaygın olarak bilgisayar kullanmaya başlayalı beri varlar ve bir evrim teorisi egzersizi olarak yaşamaya devam ediyorlar. İki ana amaçları var: Kendi kopyalarını üretmek ve yaratıcısı tarafından programlanmış görevlerini yerine getirmek. Bu, ekranınıza politik bir mesaj yazdırmak, bilgisayarınızı kullanılmaz hale getirmek ve birtakım kötü niyetlilere para kazandırmak olabiliyor.
Read More

Kendimi ifade edebildim mi?

Hiç yeni bir şey olmasa da Web 2.0 tartışmalarının ortasında yer alan bir terim var: “User generated content” / “Kullanıcı tarafından üretilmiş içerik”. Bütün web 2.0’lığı ile ünlü siteler (Flickr, Youtube, Digg, del.icio.us) bu tür içerik ile besleniyor. Basitçe sizin benim gibi insanların ürettiği ve sergilediği her şey kapsamına giriyor. Yazı, ses, video, fotoğraf ya da henüz alışık olmadığımız bir türde, örneğin Second Life’ta (https://chatkapi.com//hop/secondlife) satılmak üzere 3 boyutlu bir obje, ya da karakterinize yaptıracağınız şık bir jest olabiliyor.

Bu terim, insanlar sanki fabrikada köle gibi içerik üretiyorlarmış hissi uyandırdığı için blogosferde pek tutulmuyor. Daha çok pazarlama departmanlarının dilinde. A-list bloggerlar (köşe yazarı tesirli blogculara böyle deniyor) “otantik medya” terimini tercih ediyorlar. (https://chatkapi.com//hop/powazek)
Read More

Kaytarmaya birebir online oyunlar

Bazen insan çalışmak yerine sadece vaktini harcamak istiyor. Çağımızın hastalığı. Buna procrastination diyorlar (biz kaytarma diyelim). Çok ciddi bir hastalık olarak görenler, dertlerine derman olsun diye kitaplar okuyanlar, terapiye gidenler var. Ama tabii amerikalılar herşeyi abartıyor. Biz bunun çok dert edilecek bir şey olmadığını, işimizi yapmak yerine oyun oynamayı, haber sitesi dolaşmayı canımızın istediği zaman bırakabileceğimizi biliyoruz. O yüzden bu hafta gönül rahatlığı ile size saatlerinizi, günlerinizi öldürebileceğiniz bir kaç webden oynanabilir oyun tanıtacağım. Çoğu minimalist, ve amaçlarını anlamak bile ayrı bir beyin jimnastiği. Eğlenceli ve bağımlılık yapıcı oyunlar. Ayrıca ingilizce gerektirmemelerine de dikkat edeceğim. Read More

Neyse halim çıksın Alexam

Amazon biliyorsunuz “bunu alanlar bunu da almış” teknolojilerinin pîri. Dükkanlarında bu veriyi kullanarak, şu anda incelediğiniz şeylerle ilgilenenlerin başka nelerle ilgilendiğini size gösteriyor. Böylelikle hem daha çok satış yapıyor hem de birbirleri ile ilişkili ürünler arasında organik bir bağ kuruyor. Bu bağın müşteri adaylarına gösterildikçe, sadece gösterildiği için bozulması ayrı bir doktora tezi konusu ve eminim Amazon’un bünyesinde sadece bu konu üzerine kafa patlatan bilim adamları mevcut. Her neyse, Amazon bu konuya olan merakına uygun olarak taa 1999’da “bu siteye girenler bu sitelere de girmiş” bilgisini toplayan Alexa isimli şirketi satın aldı.

Alexa insanların tarayıcılarına bir araç çubuğu ekliyor ve hangi sitelere gittiklerinin bilgisini toplayıp halka açık istatistikler sunuyor. Pek güzel, peki insanlar niçin bu piyasa araştırmasının bir parçası olmak için gönüllü oluyorlar? Çünkü aynı araç çubuğuna birkaç işe yarar özellik eklenmiş. Örneğin, size bulunduğunuz sitenin istatistiklerini veriyor, bu site ile ilişkili (bu siteye girenlerin girdikleri diğer) siteleri gösteriyor. pop-up’ları bloke ediyor. Kısacası havuç verip, işinize yarayıp, araç çubuğunu kurdurtmaya çalışıyor. Bu iyilikleri başka bir amaçla yapıyor olması yüzünden de sık sık hinoğluhinlikle suçlanıyor.
Read More

Blogcuların kısır döngüsü

Artık blog nedir biliyor olduğunuzu tahmin ediyorum. Günlük hayatımıza girmiş bir kelime zira. Ama yine de kaçırdıysanız kısaca tarif edeyim: Türkçeye “internet güncesi” şeklinde tercüme ediyorlar ama bu ifade blogların sadece bir kısmını tarif ediyor. Blog aslında bir web sitesi formatı. Bilgiyi en son girdi en üstte gözükecek şekilde alt alta sıralanmış parçalar halinde veren web siteleri bu formata giriyor. Dolayısıyla sahibinin yediklerini içtiklerini anlatanları da var, belirli bir konuda uzmanlaşmış, işini ciddiye alan, haber kaçırmayanları da var.

Dünyada işini iyi yapan, kalemi kuvvetli blogcular artık geçimlerini bloglarından sağlayabiliyor, bazıları çok zengin bile olabiliyorlar. Ünlü köşe yazarlarından farkları yok. Bir yazıları ile koskoca bir şirketi derinden yaralayabiliyorlar, başka bir şirketin yaralarına merhem olabiliyorlar. Read More

Aklımda kalacağıma not defterimde kalsın

Lifehackerlar arasında çok popüler olan bir çalışma sistemi var. İsmi “Getting things done”. İşleri halletmek, katlayıp kenara koymak şeklinde tercüme edilebilir. Bugüne kadar birçok aşırı meşgul iş adamının hayatını hale yola koymuş David Allen isimli bir verimlilik gurusunun kitabı. (Lifehacking de neyin nesi diyorsanız: https://chatkapi.com//lifehacking, David Allen: http://www.davidco.com)

Açıkçası kitabı henüz bitiremedim ama sistemin mantığını anladığıma inanıyorum. David Allen diyor ki: Hayatta mutlu olmak için kafamızın boş olduğu zamanlar olması lazım.

Bunun için de güvenilir bir kafa boşaltma yöntemi bulmamız ve artık kafamızı nereye boşaltıyorsak, orayı düzenli bir şekilde kontrol edecek disipline sahip olmamız lazım. Sistemin özü bu. Aslında bütün kitap bunu yapabilmemiz için tavsiye edilen bir yöntemi anlatıyor.

Read More

İyi de beynimiz kaldırabilecek mi?

Bağlantı kurmak belki de en temel insani güdülerimizden biri. Bağlantısız kaldığımızda kuruyoruz, mahvoluyoruz. Suçlularımızı hapse atarak, bağlantılarını kopararak cezalandırıyoruz. Tür olarak bağlantı kurmaya bağımlıyız. Sevdiklerimiz ile, merak ettiğimiz insanlar ile, hatta dünya ile sürekli bağlantı halinde olmak, her saniye, her olan bitenden haberdar olmak istiyoruz. Bu işi yapmamızı sağlayan teknolojilere de yapışıp kalıyoruz.

Arthur C. Clarke “yeterli derecede ileri teknoloji, büyüden ayırdedilemez” demiş. Biz de elimizdeki talep gücü ile iletişim teknolojisini mütemadiyen bu yönde itiyoruz. Her şeyin en küçüğünü, en az yer kaplayanını, en ulaşılabilirini, en görünmezini istiyoruz. Hayalimiz yok olmaları. Yok olduklarında bağlantı kurmanın şu anda telepati dediğimiz fantastik güçten, yani büyüden bir farkı kalmayacak.

Read More

twitter: insan ya da makine, 24 saat yayın halinde

Finger (parmak) isimli eski bir unix komutu var. Örneğin “finger hasan@chatkapi.com” diyorsunuz, chatkapi.com isimli bilgisayardaki hasan isimli kullanıcının şu anda ne yaptığını söylüyor ve aynı zamanda .plan isimli bir dosyaya yazdığı bilgileri (yani ne yapmayı planladığını) gösteriyor. Eskiden, internet hiç kalabalık değilken insanların online buluşmalarına ve kaynaşmalarına yardımcı olması için kullanılırmış, daha sonra kötü niyetli kişilerin eline koz vermesi sebebiyle bırakılmış. Bir de “wall” isimli bir komut var. “Write to all / herkese yaz”ın kısaltılmışı. Sisteme bağlı olan herkese aynı anda mesaj göndermenizi sağlıyor.

Bu eski unix komutlarının her biri aslında birer hack. Yani bir problemi çözmek, bir işi kolaylaştırmak için yazılmış minik programcıklar. Bir problemi çözmek veya bir işi kolaylaştırmak aynı zamanda çok çok iyi bir iş planı. Dolayısıyla eski unix komutlarının yaptığı işleri web’e taşıyan servisler çok başarılı oluyorlar.

Read More

Bittorrent: gerilla dosya paylaşımı

Müzik ve film endüstrisi biliyorsunuz yarattıkları içeriğin -onlara para kazandırmadan- serbestçe paylaşılmasından hiç hazetmiyorlar. Bu konuda önlemler almaya çalışırken kurunun yanında yaşın da yandığı vakalar oluyor, sevgiliye bir karışık kaset hazırlamak bile yasadışı sayılabiliyor. Bu yüzden dosya paylaşma meraklıları sürekli yeni yöntemler keşfetmek zorunda kalıyorlar.

Bittorent’i, endüstrinin sıkıştırması sonucu ortaya çıkmış, gerilla bir dosya paylaşım yöntemi olarak tanımlayabiliriz. Çok efektif. Dosya yayınlanıyor, ilgilenenler paylaşıp dağılıveriyorlar.

Sistem şöyle çalışıyor: Binlerce torrent sitesinin herhangi birinden indirmek istediğiniz dosyayı başka kimlerin indirdiğini bulma yeteneğine sahip minik bir torrent dosyası çekiyorsunuz. Bu dosya bir torrent programı ile açıldığı zaman, esas peşinde olduğunuz dosyayı, örneğin bir filmi o sırada paylaşmakta olanları bulup onlardan çekmeye ve çektiği kadarını da başka insanlara göndermeye başlıyor. Read More

Podcasting: Sesli blog’lar

Podcasting en basit anlamı ile ses dosyaları üretip tüm internet ile paylaşmak manasına geliyor. Bir nevi sesli blog. Blog yazmak nasıl amatör gazeteciliğe benziyorsa, podcasting de amatör radyoculuğa benziyor.

Canınızın istediği gibi bir radyo programı kaydediyorsunuz ve blogunuza koyuyorsunuz. Dinleyicileriniz programınızın RSS kaynağını kaydediyorlar ve bu ses dosyasını yayınlanır yayınlanmaz otomatikman indiriyorlar, hatta bu iş için kullanılan programların çoğu ses dosyalarını MP3-çalarınıza da yükleyiveriyor. Read More

RSS ile sevdiğiniz sitelerin abonesi olun

Sürekli takip ettiğiniz siteler varsa, RSS ne demektir ve nasıl kullanılır bir şekilde radarınızdan kaçtıysa, bu hafta size pek güzel bir kolaylık göstereceğim.

Sürekli yayın yapan çoğu sitenin, hepimizin görebildiği sayfalarının dışında yayımladığı, insanlar için değil de makineler için yaratılmış RSS kaynak dosyası diye bir şey var. Bu dosya, sitenin yayımladığı haberlerin, siteden koparılıp kaynağından bağımsız olarak başka yerlerde yayımlanabilmesini sağlıyor. Siteye yeni bir haber eklendiğinde, bu RSS dosyası da aynı anda güncelleniyor.

RSS dosyasının da bir web adresi var. Bu adres genelde sitelerin altlarında bir yerlerde (yanda gördüğünüz gibi) turuncu bir ikon ile temsil ediliyor. O turuncu ikona sağ tıklayıp, adresi kopyalayabiliyorsunuz. Önemli nokta bu adres ile ne yaptığınız.
Read More

Haftanın Lifehack’i

Bu da annemden: Çatal, kaşık ve bıçakları bulaşık makinesine koyarken her birini ayrı bölmeye ve aynı yöne bakacak şekilde yerleştirin. Böylece bulaşık makinesinin işi bittikten sonra avuçlayarak olduğu gibi çekmecedeki bölmelerine yerleştirebilirsiniz

Haftalık alışverişten sonra sebzeleri yıkayıp buzdolabına öyle koyun, her yemek yapma zamanı geldiğinde bir de yıkamakla uğraşmayın.

Gezgin satıcı problemi

Problemimiz şöyle: Arabası ile Türkiye’yi dolaşarak satış yapan bir satış temsilcimiz var. Dolaşması gereken 40 şehir olsun. Beyefendi mümkün olan en az benzini harcayarak 40 şehri hangi sıra ile ziyaret etmelidir? Bu 1800’lerde ortaya çıkmış ünlü bir problem. Literatürde “The Travelling Salesman Problem (TSP)” olarak geçiyor.

Problemi her zaman kaba kuvvetle çözmek mümkün. “Kaba kuvvet”ten kastım, zeka kullanmadan bütün şehirlerin aralarındaki mesafeleri dikkate alarak, bütün sıralamalar arasından en düşüğünü seçmek. Ancak problemi böyle çözmek için “40 faktoriyel” işlem yapmak gerekiyor (1 x 2 x 3 x … x 39 x 40 = 8 x 10 üzeri 47 korkunç bir sayı). Dolayısıyla kaba kuvvetle çözmek süper bilgisayarlar için bile çok uzun zaman alıyor. Read More

Haftanın Lifehack’i

Televizyonun başından kalkamıyor ve yeterli egzersiz yapamıyor musunuz? Beyninizi öyle bir programlayın ki, reklamlar başlıyor sinyalini duyduğunuzda hoplayıp egzersiz yapmaya başlayın. Reklamlar bitti sinyalini duyduğunuzda durun. Bu otomatik hale gelsin. Bir süre sonra dalyan gibi olacaksınız.

Birlikten zekâ doğar

Bir işçi arının beyni oldukça primitiftir ve şu tipik işleri yapabilir: Kovanın dışına çık, dolaş, polen bul, kovana getir, başkaları bu polen kaynağını keşfetmemişse dans ederek yönünü, uzaklığını, yoldaki rüzgarın gücünü arkadaşlarına bildir. Fakat birbiri ile iletişim halindeki binlerce arı bir araya gelince karmaşık problemleri ağzımızı açık bırakacak yönetmlerle çözebiliyorlarlar.

Örneğin, Howard Bloom Bey’in “The Lucifer Principle” isimli kitabında okuduğum bir bilimsel deneyde, bilim adamları arıların besin için ne kadar uzağa gideceğini ölçmek üzere bir kovanın yakınına bir kap şekerli su bırakıyorlar. Arılar hemen keşfedip bundan faydalanıyorlar. Akşam su kaldırılıyor ve ertesi sabah kap biraz öteye konuyor. Bu günlerce böyle devam ediyor, şekerli su kabı her gün eşit uzaklıklarla kovandan uzaklaşıyor. Sonunda sabah elinde şekerli kabı yerleştirmeye giden bilim adamı, arıları tam o gün kabı yerleştireceği yerde beklerken bulmaya başlıyor.

Yani, koca bir beynin nöronları gibi davranan arıcıklar, aralarındaki iletişim sayesinde bir araya geldiklerinde matematiksel bir seriyi çözebiliyor.

Google Adsense ve bilgiyi çöpten ayırmak

Google Adsense, Google’ın reklam servisinin site sahiplerini ilgilendiren kısmı. Bir web siteniz varsa başvuruyorsunuz. Kabul edilirseniz, sitenizde konunuz ile ilgili Google reklamları göstermeye başlıyorsunuz. Google bu reklamlara her tıklandığında, reklamverenden aldığı gelirin bir kısmını size ödüyor ama paylaşım oranını açıklamıyor.

İşin bir de reklamveren tarafı var ve onun adı da Google Adwords. Adwords sayesinde küçük bir işletme ayda birkaç yüz dolara başarılı bir tanıtım yapabiliyor. Servis şöyle işliyor: Diyorsunuz ki şu terimler benim konumla ilgili, bu terimleri arayan kişiler ya da bu konuların işlendiği web sitelerini ziyaret eden insanlar benim reklamımı görsün, tıkladıklarında ben para ödeyeyim. Google da “hay hay ama bu terimlere başka insanlar da reklam vermiş, reklamının en üstte görünmesi için bana rakiplerinden daha fazla para vermelisin” diyor.
Dolayısıyla belli terimler için bir kapalı arttırma savaşı yaşanıyor. Hele Google reklamlarının çok işe yaradığı konularda bu savaş iyice vahşileşiyor.

Read More

Haftanın Lifehack’i

Bu annemden: Endişe verici bir olayın (sınav, yeni projenizin devreye alınması, halk önünde konuşma, gösteri) zamanı yaklaşıyor ve endişelenmekten hazırlanamıyorsunuz. Gözünüzü kapayın ve olayı seyredebileceği en kötü haliyle, bütün olası felaketler ile birlikte üç kez arka arkaya gözünüzün önüne getirin. Bir süre sonra beyninizin canı bu endişelerden sıkılıyor ve sizi rahat bırakıyor.

Kalabalıkların bilgeliği

At yarışlarında bir atın kaça kaç verdiği bilgisinin o ata oynanan bahisler sayesinde otomatik olarak hesaplandığını biliyorsunuzdur. Peki örneğin yarış başlamadan hemen önce 1’e 1,5 veren bir atın sık sık 1,5 yarıştan birini (3 yarıştan 2’sini) kazandığını biliyor muydunuz? Enteresan bir fenomen değil mi? İşin içine para/ödül girince kalabalık bir grup insan bir uzmandan daha isabetli bir tahminde bulunabiliyor.

Gazeteci yazar James Surowiecki, bu konuda bir kitap yazmış: “The Wisdom of Crowds / Kalabalıkların Bilgeliği”. Kitap enteresan bir anekdot ile başlıyor.

Sir Francis Galton, ki kendisi Charles Darwin’in kuzeni ve Eugenics isimli bilim sayılmayacak bir uğraşın yaratıcısı olarak tanınıyor, bir panayır yerinde bir yarışmaya şahit oluyor. Birkaç yüz kişi bir danaya bakıp, bu dana kesilip kemikleri ayıklandıktan sonra çıkacak etin kaç kilo olacağı konusunda bahse tutuşuyorlar. Doğru sayıya en yakın tahmini yapan etleri alıp gidecek. Herkes tahminini bir kağıda yazıp yarışmayı düzenleyen kişiye veriyor. Bu kalabalığın içinde kasaplar, çiftçiler, kumarbazlar, olayla yakından uzaktan hiç alakası olmayan insanlar da var. Her neyse, dana kesiliyor, derisi kemikleri ayıklanıyor ve çıkan etin kilosuna en yakın tahminde bulunan insan ödülünü alıyor.

Sir Galton, yarışmayı düzenleyen kişiden kağıtları rica ediyor ve evine dönüyor. Kağıtlarda yazılmış tahminlerin ortalamasını alıyor. Bir de ne görsün? Ortalama, gerçek rakama yarışmayı kazanan adamın tahmininden bile daha yakın.

Read More

Uzakları yakın eder: Skype

Bir internet servisini herhangi bir sunucuya bağlanmadan, sadece kendimiz gibi insanların bilgisayarlarına bağlanarak kullanıyorsak, buna peer to peer (kısaca P2P / peer: sizinle aynı seviyedeki kişi) networking diyoruz. P2P networking için geçen hafta anlattığım sinirsel ağların (https://chatkapi.com//sinirsel) bir nevi gerçek hayat uygulaması diyebiliriz.

Bu servisler genelde dosya paylaşmak için kullanılıyor. Dikkat çeken ilk uygulaması 90’ların sonunda mp3 paylaşma işini üstlenen ve müzik endüstrisi tarafından internet tarihine gömülen Napster idi. Napster’a karşı açılan davaların başarılı olmasının sebebi, kendi merkezi sunucularının olması ve bu yüzden illegal dosya paylaşımında aktif rol aldıklarının ispatlanabilmesi idi.

Tam o sırada kullanımı çok basit ve merkezi bir sunucusu olmayan yeni bir p2p yazılımı çıktı. Muhakkak duymuşsunuzdur: Kazaa.

Read More

Haftanın Lifehack’leri

Toplantılarınızı kısa tutun: Toplantıdan önce konuşulacak konuların listesi muhakkak hazır olsun. Toplantı ayakta yapılsın ve herkes başında bir büyük bardak su içsin. 35 – 40 dakika sonra konularınız bitecek ve zaten herkesin tuvalete gitmesi gerekecek.

Bu ay saçınızı beğendiniz mi? Saçınızı kesen kişiye bu kesimi tarif ettirin ve fotoğrafınızı çektirin. Daha sonra başka bir yerde saç kestirmeniz gerektiğinde bu bilgileri sunun.

İnternet’ten Hayat Hileleri: Lifehacking

Hacking terimini tahminen kötü anlamı ile; cümle içinde kullanırsak “kalk bey, siteyi hacklemişler” anlamı ile biliyorsunuz. Günümüzde bu terimi bilgisayar korsanlarının faaliyetlerini tarif etmek için kullanıyoruz. Kelime anlamı “doğramak/biçmek”. Oysa bundan 20 – 25 sene önce, hacking kelimesi bilgisayarlar ile ilişkili olarak kullanılmaya ilk başlandığında hiç de böyle bir anlam ifade etmiyordu.

O zamanlar hacking, bir programlama işini normalden daha kolay ya da daha kısa bir sürede yapmanızı sağlayan bir yol icat etmek demekti. Balta girmemiş ormanlarda, kafilenin önünde, elinde bir kasatura ile otları biçerek normalden daha kısa bir yol açan rehberin yaptığı gibi. Neredeyse bütün unix komutları aslında birer hack idi.

O zamanların hackerları (programcıları) şimdi artık büyüdüler. Kendi ailelerini kurdular, evlerini döşediler, arabalarını aldılar, çocukları oldu ama hala karmaşık işlerle uğraşıyorlar. Çağımızın ilk “bilgisayarcı” jenerasyonu hayatın ciddiyetiyle burun buruna gelmiş oldu ve tabii ilk tepkileri “yahu, yaşam böyle ne kadar verimsiz” demekti.

Read More

“Beni uğraştırma, çalış yeter” devri

Son 20 yıldır satın aldığımız cihazları özelliklerine göre seçiyoruz. Sorduğumuz sorular hep şöyle: “Bu cep telefonunun GPS’i var mı, EDGE’i var mı, Bluetooth’u var mı, MP3 çalıyor mu?”, “Bu fotoğraf makinesi kaç megapixel, video da çekiyor mu, bluetooth ile çektiklerimi bilgisayarıma atabiliyor mu?” ya da “Bu çamaşır makinesinin ekonomi modu var mı, programlayıp istediğim zaman çalıştırabiliyor muyum?”. İstediğimiz kadar çok özellik, ödeyebileceğimiz kadar para ile kesiştiğinde aleti alıveriyoruz.

Fakat, belki farkında değilsiniz ama eve geldiğimizde açgözlülüğümüzün cezasını çekmeye başlıyoruz. Mesela aldığınız zamana göre programlanabilen bir alet ise, illa saatini ayarlamanız gerekiyor (her elektrik kesildiğinde tekrar). Şarj edilen mobil birşeyse, pilinin dolu olup olmadığını düşünmeniz gereken bir nesne daha evdeki orduya katılıyor. Bol özellikli bir fotoğraf makinesi ise, kendinizi oturup bütün özellikleri öğrenmek zorunda hissediyorsunuz. Ama bunu yapacak ne vaktiniz var ne de fotoğrafçı değilseniz ihtiyacınız. Yine de elinizdeki cihazı hakkıyla kullanmadığınız için kendinizi biraz suçlu, biraz tembel, biraz da aptal hissediyorsunuz.
Read More