Author: Hasan

Second Life / İkinci Hayat, Beni hergün baştan yarat

“Anche Chung: Sanal Emlâkta Global Lider.” Şaka gibi bir slogan değil mi? Kendisi bir dolandırıcı değil, Second Life isimli bir sanal dünya içinde sanal emlâk alıp satarak bir milyon Amerikan Doları kazanmış ilk kişi. Çinli bir hanımmış. Tekrar ediyorum; 30 ay içerisinde 9.95 $’ı 1.000.000 $ haline getirmiş.

Second Life, kendi bilgisayarınızın başından katılabildiğiniz, 3 boyutlu sanal bir dünya. Ama bir oyun değil çünkü ortada bir amaç ya da hikaye yok. Üye olduktan sonra kendinizi istediğiniz gibi baştan yaratıyor ve ikinci hayatınızı yaşıyorsunuz.

Besbelli ki, Neil Stephenson’un Metaverse’ünden (o da tabii bir milyon başka yerden) etikelenerek 2003 yılında Linden Labs isimli bir firma tarafından yaratılmış.
Read More

Stephen Hawking Uzayda

Bize evrenin kısa tarihini anlayabileceğimiz gibi anlatan Stephen Hawking, bu yıl bir sıfır yerçekimi uçuşu, 2009’da da bir uzay seyahati planlıyormuş. Bu seyahat tabii uzaya turist taşıyacak Virgin Galactic’in sahibi Sir Richard Branson’un sponsorluğunda olabiliyormuş. Tahmini bilet fiyatı 100.000 GBP.

Jeff Bezos’un süper gizli uzay aracı

Amazon.com’un kurucusu Jeff Bezos’un mülti milyon dolarlarının bir kısmını Blue Origin isimli kendi özel uzay programı için çalışarak harcadığını biliyorduk ama ne üretecekler bilemiyorduk. Geçtiğimiz hafta duyurmuşlar. Resmini gördüğünüz taşıtın adı “Goddart”. Amacı küçük bir astronot grubunu bir gezegenin yörüngesinden yüzeyine indirmek. Sayfasında 85 metre yükselişini ve sonra emniyetli bir şekilde iniş yapışını görebilirsiniz.

Videodrome

Asimo merdivenden düşerken
Asimo fena halde sıkışmış çocuk astronot taklidi yaparken (koşarken)
Lego’lardan ördek fabrikası
Lego’lardan araba fabrikası
Sakın evde denemeyin! Micro dalga fırınlar ve içine konmuş nesneler

Amacı olan oyunlar

file.jpgBirkaç yıldır birtakım sitelere üye olurken yandaki gibi imajlar ile karşılaşıyoruz. Site üye olanın bir bilgisayar değil de insan olduğuna emin olabilmek için imajın içindeki harfleri bir yere yazmamızı istiyor; zira bu buruşuk harfleri bir bilgisayarın anlamlandırması günümüz teknolojisi ile imkânsız.

“Neden bir bilgisayar programı Yahoo’dan mail hesabı almak istesin ki?” diye soracaksınız. Cevabı basit: Bu programı spam’ciler yazmış. (SPAM: Reklam amaçlı, istenmeyen e-posta.)Yahoo, Hotmail gibi bedava mail dağıtan servisler bir kullanıcının günde en fazlla birkaç yüz mail atmasına müsaade ediyorlar. Oysa spam’cilerin meslekleri itibariyle her gün milyonlarca mail atmaları gerekiyor. Dolayısıya milyonlarca mail adresine ihtiyaçları var.

Read More

Karışık bilgisayarlarda dosya temizliği

Windows’da hep olmasını istediğim bir özellik: bir dizinin olduğu gibi içindeki bütün alt dizinler ile birlikte boyutunu öğrenmek. Ama sanırım performans kaygısıyla Windows bu bilgiyi sadece sorduğunuzda söylüyor. (dizine sağ klik, özellikler/properties). Bilgisayarınızdaki tüm dizinlerin boyutlarını öğrenmek isterseniz, sizi Windirstat isimli bedava programı kullanmaya davet ediyorum. Bütün bilgisayarınızı elden geçirmesi biraz zaman alıyor, ama bitirdiğinde fii tarihinde arkadaşınızdan ödünç aldığınız DVD’nin kopyası gibi hiç de gerekli olmayan, ama siz farkına bile varmadan gigabaytlarca yerinizi harcayan şeyleri bulmanıza ve imha etmenize yardımcı oluyor.

Bombardıman

Mumlar ile bir eğlence için buraya bakabilirsiniz.
Aynı anda hem pong oynayıp hem de bir topu dengede tutabilir misiniz?

Jack Black ile Gollum’dan Grease şarkısı You’re the One That I Want

kızım olsun, yok yok oğlum olsun

En hızlı spermin yumurtayı döllemesi benim için önemli değil diyorsanız, The Fertility Institutes, 20.000$ karşılığında, sperm seçmece yaparak, çocuğunuzun cinsiyetini belirleme imkanı sunuyor.

Amerika’da henüz bu konuda yasal düzenleme olmadığı için, havayolları dergilerine reklam verip, zenginleri avlayaraktan, ufak ve gizli saklı bir endüstriye dönüşmüş bu yöntem. Diğer ülkelerin çoğunda yasaklanmış.

Yavaş yavaş eugenics hortluyor diyenler de var. (eugenics: doğal olmayan seleksiyon marifetilye üstün ırk yaratma niyeti. Darwin’in kuzeni Francis Galton tarafından icad edilmiş.) [metafilter‘dan gördüm.]

ithaca saatleri

ithaca saatleri, sadece Ithaca – New York’da geçen bir para cinsi. Saati 10 USD. 20 mil çapında bir alan içinde basit alışverişler için kullanılıyor. ilk bakışta çay fişinden farksız bir sistem gibi gözükse de farkı şu: Ithaca Saat’leri bir saatlik herhangi iş karşılığında ödeniyor. Saç kesmenin de, bebek bakıcılığı yapmanın da, şirket yönetmenin de saati bir ithaca saati. Dolar’lar gelip giderken Ithaca Saat’leri hep Ithaca’da kalıyor, asgari ücret otomatikman artmış oluyor, Ithaca Saati cinsinden kredi alırsanız faiz ödemiyorsunuz, dostluk kardeşlik içinde bir ticaret ortamı doğuyor, laylaylom.

Ateistler için yas.

İnsan vücudunda bol bol HCL bulunuyor. Sanatçı Jimmy Loizeau, bu asidi gerekli nesneler (bakır ve çinko) ile birleştirebilirsek, sevdiğimiz birinin cansız vücudundan bir pili dolduracak kadar elektrik elde edebiliriz diyor. Elektrik = Yaşam bunu kabul edersek, ölümden sonra yaşam konsepti bir nevii ispatlanmış oluyor diyor. Tabii pil bitince bir kez daha ölmüş olacaklar, travma üstüne travma..

Skype ile telefon hackleme

Bu haftaki pulpit, çok cin bir fikirden bahsediyor: web’e bağlı iki bilgisayarı konuşturan Skype‘ı biliyorsunuz. IPDrum diye bir şirket, ağustos ayında bir kablo + yazılım kombosu çıkarıyormuş. Bu kablo, cep telefonunuzu bilgisayarınızdaki skype’ınıza bağlıyor. Böylece cep telefonunuzu skype için bir el cihazı gibi kullanabiliyorsunuz.

Şimdi bu komboya bir de iki belli telefon hattı arasında bedava konuşma imkanı sunan cep telefonu servislerini ekleyelim; mesela telsim.

Bir telefonunuz bilgisayarınıza IPDrum kablosu ile bağlı, diğer telefonunuz yanınızda, siz sokaktasınız. Evdeki telefonu arıyorsunuz ve IPDrum sizi Skype’a bağlıyor. Oradan bir kez daha telefon (ya da skypename) çevirebiliyorsunuz. sokaktan Skype’çılar ile bedava, Skype’çı olmayanlar ile de normalden çok daha ucuza (skypeout ile) konuşabiliyorsunuz. Ayrıca Skype’çıların hepsi size sokakatan bedava ulaşabiliyor…

memecodes: başımıza memeor yağacak.

Jan Philipp Lenssen, en sevdiğimiz tür adamlardan biri, bir yerde programcı olarak çalışıyor, minik bir google blog’u tutuyor, google API’sini kullanarak kendi über arama motorunu yazıyor, sosyal deneyler yapıyor, oyunlar programlıyor, elinden çizim yapmak bile geliyor. Bizim MaGna gibi zengin ruhlu birşey yani…

Şimdilerde şöyle kerata bir deneye girişmiş: rastgele kelimelerden oluşan beşbin kadar doküman üretmiş, ve bunları görülebilir yerlere linklemiş. Dolayısıyla bu dokümanlar google ve diğer arama motorları tarafından keşfedilmişler.
Read More

ırk değil renk

bizim ırk dediğimiz şeye bioloji’de alt-tür deniyor. Bir hayvan türünün alt-tür çıkarması, bir grubun izole olup uzunca bir dönem kendi aralarında çiftleşmeleri ve bunu yaparken de ortama ayak uyduramayan varyasyonların yaşayamamaları sonucu olan birşey. bu izolasyon dönemi ne kadar uzun olursa, oluşan alt-tür’ün DNA’sı o kadar değişiyor. Bu değişikler bazen hayvanın görünüşünü de değiştiriyor, bazen değiştirmiyor. Fakat bazen, DNA o kadar değişiyor ki ortaya yeni bir tür çıkıyor.

Yeni tür demek, bu türün bir üyesi eski türün bir üyesi ile çiftleştiğinde çocuk olmaması demek. alt-türler arası çiftleşilebiliyor, ama genelde birbirlerinden pek hoşlanmıyorlar.

Bu DNA farklılaşmasının bir ölçüsü var. Wright’s F Statistics ya da Fst. deniyor. iki grubun genetik farkı 0 ise grup tamamen aynı tür, 1 ise tamamen farklı tür demek. Şimdi kaç Fst’nin ayrı alt-tür demek olduğu konusunda farklı ekoller var. kimileri 0.25 – 0.30 diyor, kimileri de herhangi bir sayı vermekten kaçınıyor. Hatta birçoğu alt-tür de neymiş, yok öyle birşey, çiftleşebilen herşey aynı türdendir o kadar diyor.

Herneyse. Alt-tür ayrımı için Fst bariyerini nereye koyarsanız koyun, insanların farklı ırkları dediğimiz şeylerin Fst’leri 0.15’in üzerine çıkamıyor. Üstelik bu sayı ırk diye nitelediğimiz bütün grupların birbirleri arasındaki farklılığı. Herhangi iki farklı grup incelendiğinde ise 0.08’in üzerine çıkılamamış. Read More

bilimoloji

akıl hastası, suç ve savaş olmayan bir toplum vaadeden scientology‘i, bir Readers Digest yazısında açık seçik, “kelime başına bir peni alarak yazı yazmak çok saçma. Eğer insan bir milyon dolar kazanmak istiyorsa, kendi dinini kurmalı” lafını etmiş bir adam kurmuş. ismi L. Ron. Hubbard… Öyle bir adam ki, 50’lerde bir nükleer fizikçi ve bir doktorun ağzından “radyasyon hakkında herşey” isimli bir kitap yazmış. ve bir sürü bilimsel şeyi kıçından uydurmuş.

biz scientology’nin adını genelde ünlüler sayesinde duyduk. Tom Cruise olsun, John Travolta olsun, bir sürü ünlü isim, gazete ilanları ile scientology dininin mensubu olduklarını duyurdular.. Şimdi bir çoğu Deepak Chopra‘ya terfii etmiş olsalar da, şurada kocaman ve şaşırtıcı bir “scientology ünlüleri” listesi bulabilirsiniz… (Jenny Elfman, Neil Gaiman, Chick Korea) Gerçi bazıları, şöyle bir takılıp hemen kaçmışlar (Leonard Cohen, William Burroughs, Jerry Seinfeld). pek azı (Stanley Clarke) kurtulduktan sonra, scientology aleyhine birşeyler demiş. Bazıları da anneleri babaları vasıtasıyla olayın içine doğmuşlar (Giovanni Ribisi, Juliette Lewis). Listede benim için en yıkıcı isim, Isaac Hayes. kendisi South Park’daki Chef’in sesi… South Park ki, dünyadaki delilikleri farkına vardırtma ve dalga geçme kalemiz idi… Read More

google aklaması

Bu eski bir mesele. Yazmaya ancak şimdi vakit bulabildim. Buyrun, canımız ciğerimiz google’ımızın artık dünyanın bir numaralı bilgi kaynağı olmasından kaynaklanan problemlerin ufak bir özeti:

17 Şubat’ta NY Times’ın ana sayfasında yer alan bir analizde, dünya kamu oyunda serpilmekte olan anti-savaş hareketleri, ikinci bir süpergücün doğuşu olarak nitelendirilmiş. Bu güçlü metafor çok tutmuş ve bir çok STK, savaş karşıtı grup ve kampanya yöneticisi hatta Kofi Annan, metinlerinde “dünya kamuoyu artık ikinci bir süper güçtür” temasını kullanmışlar.

Sonra birden bire ortaya şu yazı çıkmış. İki A-list blogger’ın (çok okunan ünlü blogger’lara böyle diyorlar artık) Dave Winer ve Doc Searls‘ın ilgisini çeken, pek yumuşak ve çiçekler böceklerle dolu bu yazı ve hakkında yapılan yorumlar, 42 gün içinde, google “second superpower” aramalarını tamamen kaplamış. Böylece google, pek demokratik olduğunu iddia ettiği PageRank’i ile yeni bir anlamı yeryüzünden tamamen silmiş gibi birşey olmuş…. Read More

Wired Temmuz 1995

wired.jpgwiredzoom.jpg Read More

Woz Büyücüsü: bir teknoloji masalı

Önce, kim olduğu hakkında en ufak bir fikri bile olmayanları aydınlatalım: Stephen Gary Wozniak, (halk arasında Woz diye biliniyor) Steve Jobs ile birlikte Apple Computer’in kurucularından. Bu ikilinin Dünyanın PC endüstrisine şöyle bir katkıları olmuş: insanlar tarafından satın alınabilir ilk bilgisayarları yapmışlar. Aslında bunları Woz, şahsen tasarlamış ve elde havya yapmış.

Kesinlikle muzip, eğlenceli, ve garip bir adam. Bin bir türlü telefon şakası, lisede okula tik tak eden paketler bırakmalar, üniversitede televizyonda futbol seyredilirken maçın en heyecanlı yerinde parazit yapma aletiyle sporcuları çıldırtmalar. Kısacası her türlü elektronik muziplik ondan sorulurmuş.

Sanırım gözü hiç yükseklerde olmamış. Üniversiteden sonra HP’de mühendis olarak çalışmaya başlamış. İşinden ve maaşından çok, ama çok memnunmuş. Onlara bir bilgisayar yapmayı teklif etmiş, ama kabul etmemişler. Woz da Steve Jobs ile oturup evinin garajında canının istediği ilk bilgisayarı yapmış. Çünkü bütün istediği buymuş. Read More

Bryan Winter’ın rezil olma vakası

Washington’da bir hafta sonu. İki adet çok çalışmış insan gece bir dans mekanında tanışırlar. Dans eder, eğlenir ve e-mail adreslerini değiştirirler. Pazartesi sabahı kadın, adama tipik bir “Birbirimizi daha yakından tanıyalım” mesajı atar. Dikkatle tasarlanmış, fazla üstüne düşmeyen, çok flört etmeyen, ama adamın cesaretini de kırmayan bir e-mail. Aynı tonda bir mesaj yazacağına adam, dürüst davranmaya karar verir ve şöyle der:

“Şu anda ciddi ve sistematik bir şekilde hayatımı paylaşabileceğim birini arıyorum. Sen iyi bir insana beziyorsun, ve inan bunu seni kırmak için söylemiyorum, ama e-mail’le 20 soru oynamaya vaktim yok. Cumartesi gecesi beş kızla tanıştım, bunlardan üçüyle ilk kahve randevumu ayarladım ve dansa her gittiğimde yenileriyle tanışıyorum… Üstelik haftada en az üç kere dansa gidiyorum. Önüme engeller koyan kadınları hemen eliyorum. Bunu, kötü bir şey yaptıklarını düşündüğümden, ya da çok kendini beğenmiş olduğumdan değil, sadece vaktimi daha ekonomik kullanabilmek için yapıyorum.

Bu şehirde randevulaşmanın kadınlar için korkutucu ve zor olduğunu biliyorum. Ama şunu bil ki bu erkekler için de zor. Aklında tutman gereken en önemli şey, ilişki kurma işini tamamıyla erkeğe bırakmamayı kabul etmiş binlerce kadınla direkt rekabet içinde olduğun. Üstelik bir çoğu yakında oturuyor…

Belki seninle bir kez dans etmiş olmaktan çok etkilenmiş, ve taa banliyödeki evine ulaşabilmek için sana bir sürü e-mail yazmayı göze alabilecek bir erkekle tanışabilirsin. Ama belki de tanışamazsın. Hem, eğer böyle bir insan varsa, ve günün birinde yollarınız kesişirse, bu kadar çaresiz birinin sana verebileceği ne olabilir?
–Bryan Winter ”

“Küstah şey!” Kadın ona bir ders vermeye karar verir. Mesajını kesip yapıştırır ve şu metinle birlikte arkadaşlarına yollar:

“Bu e-mail’in yüz binlerce genç kadın tarafından görüldükten sonra ona geri dönmesi ümidiyle… Lütfen bir arkadaşınıza iletin.”

Onlar başkalarına, onlar başkalarına ve onlar da başkalarına, ve saire ve saire,…

Bir kaç gün içinde mesaj, dünyayı birkaç kez turlamış, tahminen 10.000 kişi (Salon’un yazarı Gentry Lane’in algoritmasına dayanarak) Bryan Winter’in küstah mesajını okumuştu. Mesajı alanların birçoğu üzerine kendi yorumlarını da eklemiş, mesajın tepesine “Hasta bu adam!”, “Ne biçim bir herif bu?”, “Bu adam vurulmalı!” şeklinde cümleler eklenmişti. Mesajların subject satırı sürekli değişse de yukarıdaki metine hep sadık kalınmıştı.

Bir süre sonra birilerinin aklına Washington bölgesinde kimlik tespiti yapmak geldi. Bu sefer e-mail mesajlarına telefon numarası ve ev adresi de eklendi. Telefon numarası enteresan bir şekilde servis dışı olmuş, ama adamın e-mail adresinin aranması sürüyordu. Birden bire ülkedeki bütün Bryan Winter’lar şüpheli konumuna düşmüştü. Aynı sirkülasyona şu mesaj da eklendi:

“İsmim -ne yazık ki- Bryan Winter. Günlerdir bu e-mail’leri alıyorum ve artık gerçekten çıldıracağım. Bu terbiyesizin kim olduğunu bilmiyorum, ama ben değilim. Bu yüzden beni lütfen listenizden çıkarın, ve bu mesajı, birincisini forward ettiğiniz gayretle dağıtın.”

Makalenin hikaye kısmı burada bitiyor. Gerisini tercüme edip Gentry Lane’e terbiyesizlik yapmaya niyetim yok. Okumak isterseniz tam adresi: şurası.

Bu hikayenin bence enteresan kısmı, ne kadar çok insanın kaynağını sorgulamadan hikayelere tüm kalbiyle inanıyor olması. Üstelik nefret ve kınama hislerini bildirmeye de çok meraklılar. Evet, bu mesaj onlara yakın çevrelerinden geliyor, ve onlar da yakın çevrelerine yolluyorlar. Böylece zincirin ilk halkası, forward edenin bu hassas mesele hakkındaki dünya görüşünü öğreniyor. Mesaj, forward edenin duruşunu yansıtarak, “aman da ben şöyle bir insanım, böyle bir insanım” şeklinde yayılmaya devam ediyor. Bu görüş bildirme furyası da böyle zincirleri günlerce besliyor.

Eline bilgisayar verilmiş çocuk ne yapar?

Ailesi çocuğa büyük fedakârlıklar sonucu bir bilgisayar almıştır. Çünkü bilgisayar, onların gözünde yabancı dil gibi, çocuğun boynuna takılacak bir incidir. Gelgelelim, çocuk mütemadiyen oyun oynamakta, ya da IRC’de [ayarsi] “ehueheue” gibi kelimeler yazarak bir takım tanımadığı, ne idüğü belirsiz insanlarla konuşmaktadır. Hatta aile fertlerinden birinin birgün monitörde çıplak bir kız ya da erkek gördüğü rivayet edilmektedir.

Baba, çocuğun odasının önünden geçerken, karanlıkta yüzüne monitörün ışığı yansımış, sırıtan evlâdını görmekte, “Aman Yarabbim, ben ne yaptım, ne yarattım?” diye sormaktadır. Bilgisayar alındıktan sonra, raflara dizilmiş eğitim CD’leri bir kenara atılmıştır. Ama ingilizce konusunda gelişme vardır. Çocuk, bol bol nuke [nyuk] diye bir şey yediğinden ve attığından bahsetmektedir. Ayrıca “cool”, [kuğl], “lame” [leym], “crack” [krek] gibi sözcükler de dağarcığından arasıra dökülüvermektedir. (Korkuya gerek yoktur, bu atılan ve yenilen nyuk, son moda bir uyuşturucu değil, karşı tarafın bilgisayarını Net’ten düşürmeye yarayan bir muziplikten ibarettir.) Arasıra bilgisayar bozulmakta ve zıttırbıttırının tamiri için 100 dolar istenmektedir. Kabaran telefon ve Internet faturası da cabasıdır. Çocuktan sürekli somut bir ilerleme beklenmekte, “Bu bilgisayarı almamız ne işe yaradı, evlâdım?” diye sorulmaktadır. Çocuk ise bu soruları ustalıkla geçiştirmekte, “E.. öğreniyorum işte!” demektedir. Bu belirsizlik ortamı ve aile-çocuk iletişimsizliği durumunda, Aile’nin içini rahatlatmak da, naçizane Web yazarınıza düşmektedir.

Kabul etmeniz gereken şey şu. Eğer bilgisayardan çocuğunuza akan bilgi, rüzgar gibi fiziksel birşey olsaydı, çocuğunuzun monitör karşısında saçları uçuşurdu. Bilgisayar öğrenmek denen şey, sadece karşılaştığınız sorunlarla ilgili. Her sorun, farklı bir beyin jimnastiği. Ve şu müthiş zevkli oyunu oynamanız için, önce şu saçma donanım problemini çözmeniz gerekiyor. Oyunlar ve IRC gibi şeyler, çocuğun verilen acı hapı yutabilmesi için eklenmiş tatlandırıcı gibi. Bol oyun oynayan ve Net’e çıkan bir çocuk, artık IRQ çakışması, Windows çökmesi, driver bulma, nyuk atma ve tutma, Web sitesi yapma, gibi adını sanını duymadığınız ağır konularda bilgi sahibi bir uzmandır. Ve bilgisayarcı böyle kurcalayarak olunur. Bilinki, eğer başına oturuyorsa birşeyler öğreniyordur. Yani boynuna inci kolyeyi takma konusunda başarılısınız. Hatta yavaş yavaş kendinize de bir inci kolye edinmenin zamanı gelmiş olabilir. (Çocuğunuzun bilgisayarına sulanmayın, kendinize yeni bir tane alın. Hatta ona yeni bir tane alın ve onun eski bilgisayarını siz kullanın. Gözleri parlayacaktır.)

Gurunuzu nasıl hoş tutarsınız

Bilgisayar öğrenmek, biraz düşününce, bir zanaat öğrenmeye çok benziyor. Yapayalnız öğrenmeniz zor. Muhakkak danışacak, size birşeyler öğretecek birilerine ihtiyacınız var. En azından aradığınız bilgiye ulaşmanın yolunu öğrenene kadar. Burada devreye, sizin mahallenizde de muhakkak bir tane bulunan bilgisayar delisi tabir edilen şahıslar giriyor. Gurular, size yol gösteriyor, öğretiyor ve problemlerinizi çözüyorlar. Şimdi kısa bir reklam arası verip kendi guruluğumdan bahsedeceğim.

Neredeyse ömrümün yarısı boyunca birilerine bilgisayar yaptım. Hatta birara “Yeter artık, para alacağım!” diyerek, hayatımı böyle kazanmayı bile denedim. Fena para da kazanmıyordum doğrusu. Kurduğum her bilgisayar için $100 alıyor, New York seyahatine 4 bilgisayar kaldı, 3 bilgisayar kaldı diyerek etrafta dolaşıyordum. O New York seyahatinden sonra vazgeçtim. Artık para karşılığı bilgisayar yapmıyordum, ama çok geçti, çünkü çoktan tanıdığım herkesin bilgisayar bakanı olmuştum. Eve bozuk bilgisayar yağıyordu. Aynı anda 8-9 makineyle uğraştığım oluyordu. Bedava verdiğim bu servis karşılığında bir kere fırça bile işittim. Yavaş yavaş, “Hayır, yapamam, vaktim yok.” demeyi öğrendim. Şimdi sadece dostlarıma, o da vaktim varsa yardım ediyorum.

Bu yüzden bu müessese hakkında biraz düşünmüşlüğüm var. Ve size bu cins insanlara nasıl davranılması gerektiğini anlatan minik bir rehber hazırladım.

Birşeyler bildiğinizi göstermeye çalışmayın
Bu gurunuzun umrunda bile değildir. O sizin aptal olduğunuzu düşünmüyordur. Bu yüzden ona akıllı olduğunuzu ispat etmek için, saçma sapan şeylerden bahsetmek, “AGP PCI’dan dört kat hızlıymış di mi, abi?” şeklinde cümleler kurmak zorunda değilsiniz. Zaten tahminen adamcağızın 300 bilmemkaçıncı hastasıysanız, o anda tek düşündüğü probleminizi çözüp, sizi yollamaktır.

Problemlerinizi bir kerede söyleyin
Gurunuz probleminizi çözdükten, ve yavaş yavaş sizi geçirme hazırlıkları yapamaya başladıktan sonra, “Şunu da bi halletsen, abi” diyerek, karşısına yeni bir sorun çıkarmayın. Gurunuzun, her vaka için ayırdığı vaktin geçmesine tahammülü yoktur.

Yağlamayın
“Bu işi çözmek, senin gibi bir bilgisayar dahisinin en fazla beş dakkasını alır.” gibi cümleler kurmayın. Gurunuz, bir dahi olmadığının, en fazla mahallenin usta bilgisayarcısı olduğunun farkındadır.

Başka gurulardan bahsetmeyin
Teyzenizin Amerika’daki oğlunun Harward’dan burs almış olması veya Lucas Arts’da staj yapıyor olması, inanın gurunuzu kıskandıracak ve üzecektir. O size bedavadan hizmet verirken, sizin onun ruh sağlığıyla oynamanız büyük haksızlıktır.

Hardware sormayın
Yani, hiç değilse her karşılaştığınızda sormayın. Gurunuz piyasaya çıkan bütün donanım ürünlerini test edip hangisinin daha iyi olduğunu bilmek ve bildirmek zorunda değildir. Bu tip konuları araştırmak için Internet’te geçireceğiniz yarım saat, gurunuzun sizin için geçireceği yarım saatle aynı uzunluktadır.

Tembel beyin olmayın
İcab ediyorsa not alın ve aynı şeyi iki kere sormayın. Gurunuzun tahammül edemediği şeylerden biri, 30 saniye düşünseniz cevabını bulacağınız soruların ona sorulmasıdır.

“Bu niye çalışmıyor?” diye sormayın.
Uzaktan bakarak anlayamaz. Zaten bu ne biçim bir soru. Sanki anlatsa anlayacaksınız. Bozuk işte.

Bu kurallara riayet ederseniz, gurunuz sizi pek sevecek, bir dahaki sorunununuzda afakanlar basmadan yardımcı olmaya çalışacaktır…

Monitörle yatan şaşı kalkar

Bu gün bilgisayarların sebep olduğu sağlık sorunlarından bahsedeceğim. Yaklaşık on yıldır her gün bilgisayar karşısında 4 ila 14 saat oturuyorum. Hayatımı geçirmek için seçtiğim bu yöntem, sağlığıma iyi gelmiyor. Geçen sene sıkı bir çalışma dönemi ertesinde gözümün önünde parlayan güneşler, objelerin etrafında ışıklı hâreler görmeye başlayalı beri bunun farkındayım. Ayrıca, boynum, sırtım ve bileklerim ağrıyor. Gözlerimin bir gün içinde bir şeye dikkatlice bakma süresinin bir limiti var. Ki çağdaş insan hayatı, birşeylere (yola / sinema perdesine / televizyona / monitöre / konuşan arkadaşınıza) dikkatlice bakarak geçiyor.

Ağrılar
Kas ağrılarının genel ismi RSI (repetitive stress injury / tekrarlanan gerilme hasarı). Fazla yazı yazmaktan elde olanına Carpal Tunnel Syndrome deniyor. Kaslarınızı fazla zorladığınızda vücut, kas hücrelerine giden oksijeni kesiyor ve hücreler anaerob yaşama şekline geçiyorlar. Bunu yapabilmek için de canınızı yakan laktik asit salgılıyorlar. Bunları bioloji dersinden ve aylardan beri yaptığınız ilk futbol maçı / spor faliyeti sonrasında çektiğiniz ağrılardan hatırlarsınız. Bilgisayar karşısında fazla yazmak, yanlış oturmak gibi şeyler de aynı sonuca yol açıyor. Bunun çaresi yok. Sadece rahatlatıcı önlemler var. Daha ergonomik koltuk, klavye, bilek destekleri gibi yardımcı olmaya çalışan nesneler etrafında gelişmiş kocaman bir endüstri bile var. Ama RSI hakkında hiç bir zaman yeterli araştırma yapılmamış, hiç ciddiye alınmamış.

İşte bulabildiğim kaynaklar:
RSI hakkında yararlı bilgiler: http://www.amara.com/aboutme/rsi.html
Klavye başı hasarları FAQ’ı: http://www.tifaq.com
Bilgisayar RSI’leri hakkında yararlı bilgiler: http://www.engr.unl.edu/ee/eeshop/rsi.html

Göz yorulması sorunu
Bilgisayarla çalıştıktan sonra güneşler, nesnelerin etrafında ışıklı hâreler görmek, flu görmek, sulu görmek, çift görmek, baş ağrısı, yorgunluk gibi şeyler çekiyorsanız. Yaşadığınız şeyin ismi, VDT Eyestrain (Video display terminal eyestrain / Video ekranı göz yorulması). Yılların araştırması sonucu çıkmış bir yapılması gerekenler listesi var. Örneğin filtre kullanmak, dış ışığı ayarlamak, etrafı karartmak, monitörü temiz tutmak anti-glare gözlükler kullanmak gibi. Ancak bunlar demin bahsettiğim arızaları gidermiyor. Meğerse sorun bambaşkaymış. Ve bunu PRIO isimli bir özel şirket çözmüş. Anlatıyorum: Her insanın dark focus denilen bir mesafesi var. Dalıp gittiğinizde gözlerinizin baktığı mesafe gibi birşey. Gözleriniz hiç birşeye bakmazken hatta karanlıktayken fokus ettiğiniz nokta. Her insanda mesafesi değişiyor. Herhangi başka birşeye fokus ettiğiniz zaman, gözünüz dark focustan çıkıp nesneye bakarken belirli bir efor sarfediyor. Bu arada monitörünüz de sizi mütemadiyen bunu yapmaya zorluyor. Çünkü monitör görüntüleri Gaussian görüntüler, yani ortaları en keskin, kenarlara doğru flulaşıyorlar. Flu yerler gözünüzü dark focusa itiyor ve üç dört saatlik bir seans sonunda ortalama 25.000 kez gözünüz fokus değiştiriyor. PRIO gözlük ve reçeteleri bu sorunu şöyle hallediyorlar. Test cihazı dark focusunuzun uzaklığını ölçüyor ve monitörünüzle aynı yakınlığa getiren bir gözlük hazırlanıyor. İki fokus noktası üstüste gelince acıdan kurtuluyorsunuz. Türkiye’de PRIO sistemi var mı bilmiyorum, ama çok çalışınca insanları azizler gibi ışıklı gördüğümden, deli gibi arayacağım. Bulduğumda size de haber vereceğim. Şimdilik sorunun çözülmüş olduğunu öğrenmek bile beni mutlu etti.

PRIO hakkında daha fazla bilgi için, http://www.prio.com Ayrıca bilgisayar ve sağlık sorunları araştırmasını yaparken rastladığım ve bu gün anlattığım çoğu şeyi öğrendiğim makalenin adresi de, http://www.online-magazine.com/ouch.htm