“Beni uğraştırma, çalış yeter” devri
Son 20 yıldır satın aldığımız cihazları özelliklerine göre seçiyoruz. Sorduğumuz sorular hep şöyle: “Bu cep telefonunun GPS’i var mı, EDGE’i var mı, Bluetooth’u var mı, MP3 çalıyor mu?”, “Bu fotoğraf makinesi kaç megapixel, video da çekiyor mu, bluetooth ile çektiklerimi bilgisayarıma atabiliyor mu?” ya da “Bu çamaşır makinesinin ekonomi modu var mı, programlayıp istediğim zaman çalıştırabiliyor muyum?”. İstediğimiz kadar çok özellik, ödeyebileceğimiz kadar para ile kesiştiğinde aleti alıveriyoruz.
Fakat, belki farkında değilsiniz ama eve geldiğimizde açgözlülüğümüzün cezasını çekmeye başlıyoruz. Mesela aldığınız zamana göre programlanabilen bir alet ise, illa saatini ayarlamanız gerekiyor (her elektrik kesildiğinde tekrar). Şarj edilen mobil birşeyse, pilinin dolu olup olmadığını düşünmeniz gereken bir nesne daha evdeki orduya katılıyor. Bol özellikli bir fotoğraf makinesi ise, kendinizi oturup bütün özellikleri öğrenmek zorunda hissediyorsunuz. Ama bunu yapacak ne vaktiniz var ne de fotoğrafçı değilseniz ihtiyacınız. Yine de elinizdeki cihazı hakkıyla kullanmadığınız için kendinizi biraz suçlu, biraz tembel, biraz da aptal hissediyorsunuz.
Oysa ekstra özellikleri için bu cihazı seçmiştik. Bu cihazı üreten firma rakiplerinden daha fazla özellik ekleyerek aradan sıyrılmıştı. Ama kullanamıyoruz. Önümüzde kullanmamızı engelleyen karmaşık menüler, saati ayarlamak için bile basmamız gereken bir ton düğme var.
Bu arada bir parantez açıp saat ayarlama mevzuuna ne kadar alerjim olduğundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Her ayarladığım saati kırmak istiyorum. Gitsin bir yerden öğrensin saati, bana ne. Windows nasıl ara sıra time.windows.com’a bağlanıp kendi saatini ayarlıyor, yaz saati gelince pıt diye kendisini düzeltiyor; cep telefonum, iPod’um, fotoğraf makinem, el bilgisayarım, video kaydedicim, üzerine saat konulmuş bütün cihazlarım bunu niye yapamıyor, anlamıyorum.
Herneyse, sizi bu karmaşıklığın mimarları ile tanıştırayım: Kullandığımız her cihazın üzerindeki düğme, gösterge ve menüleri tasarlayan birileri var. Bu işi yapanlara “Interface designer / Arayüz tasarımcısı” deniyor. Makinenin bizimle iletişiminden onlar sorumlu. Okulu da olan ciddi bir meslek bu.
Bir arayüz tasarımcısının en önemli görevi kullanılan arayüzü olabilecek en basit hale getirmek; Kullanıcıyı hiç düşündürmeden, hiç bir ikilemde bırakmadan, her ne işlemi gerçekleştirmek istiyorsa kolayca gerçekleştirebilmesini sağlamak. Hatta bunları sanki içinden geliyormuşcasına farketmeden yapmasını sağlamak.
Arayüz tasarımcıları ile ürünü geliştiren mühendisler kediler ve köpekler gibi doğal düşman. Bir ekip yeni özellikler eklemek istiyor, diğer ekip özelliği uçurmak istiyor ki arayüz karmaşıklaşmasın. İşte rahat kullanamadığımız ürünlerde mühendisler ve broşüre daha çok özellik eklemek isteyen yöneticiler galip gelmiş oluyor.
Bu yazıdan anlaşılacağı gibi ben arayüz tasarımcılarının tarafını tutuyorum. Çünkü fütursuzca tembelim. Bir işi kotarabilmek için mümkün olan en az enerjiyi harcamak, mümkünse hiç harcamamak istiyorum. Aldığım her yeni cihaz keşfedilecek yepyeni bir dünya olmasın, bildiklerim onu kullanmaya yetsin istiyorum. Zaten bir işim görülsün diye para vermişim, bir de üstüne ders mi çalışacağım?
David Platt (https://chatkapi.com//platt) isimli bir arkadaşın “Why Software Sucks? / Neden yazılım yetersiz?” isimli kitabını tanıttığı konuşmadan bir örnek: Bir grup programcıya yarattıkları program üzerinde tam kontrol sahibi olmak için kullanıcıların bir takım zor öğrenilir ayarları kabul edip etmeyeceklerini soruyorlar. Dörtte üçü dert değil, öğrenirler diyor. Peki arabanız otomatik vites mi, normal vites mi diye soruyorlar; Sekizde yedisinin arabası otomatik vites çıkıyor.
Bu mesleki bir deformasyona işaret ediyor. Bir sistemi yaratanlar, o sistemi bağırsaklarına kadar bildikleri ve çok çok emek sarfettikleri için, sistemin basite indirgenmesini kabullenemiyorlar, yarattıkları dahiyane algoritmaların büyüsüne kapılıyorlar. Ve karşılarında onları engelleyecek birisi bulunmadığı taktirde, sistemin kontrol edilebilen her ayrıntısı farklı bir özellik olarak cihazın broşüründe yerini alıyor.
Sevgili mühendisler, teknolojiyi yaratıp ortaya attığınızda artık onu zehir gibi ufaklıkların yanında yaşlı teyzelerin de ya da benim gibi yorgun kafalı insanların da kullanabileceğini göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Bu yüzden cihazlara özellik eklerken, şunu da isteyenler çıkabilir, bunu da isteyenler çıkabilir diye düşünme alışkanlığını bırakmanız, cihaz ne iş için yaratıldıysa o işi çok iyi yapmasını sağlamanız ve arayüz tasarımcılarını terörize etmeyi bırakmanız gerekiyor.