Uzakları yakın eder: Skype

Bir internet servisini herhangi bir sunucuya bağlanmadan, sadece kendimiz gibi insanların bilgisayarlarına bağlanarak kullanıyorsak, buna peer to peer (kısaca P2P / peer: sizinle aynı seviyedeki kişi) networking diyoruz. P2P networking için geçen hafta anlattığım sinirsel ağların (https://chatkapi.com//sinirsel) bir nevi gerçek hayat uygulaması diyebiliriz.

Bu servisler genelde dosya paylaşmak için kullanılıyor. Dikkat çeken ilk uygulaması 90’ların sonunda mp3 paylaşma işini üstlenen ve müzik endüstrisi tarafından internet tarihine gömülen Napster idi. Napster’a karşı açılan davaların başarılı olmasının sebebi, kendi merkezi sunucularının olması ve bu yüzden illegal dosya paylaşımında aktif rol aldıklarının ispatlanabilmesi idi.

Tam o sırada kullanımı çok basit ve merkezi bir sunucusu olmayan yeni bir p2p yazılımı çıktı. Muhakkak duymuşsunuzdur: Kazaa.

Müzik endüstrisi ilk başlarda, Janus Friis (Danimarkalı) ve Niklas Zennström (İsveçli)’un eseri olan bu yeni p2p servisini suçlayacak sebep bulmakta zorlandı çünkü programı bilgisayarınıza kurduğunuz anda bilgisayarınız hem bir istemci (client) hem de bir sunucu (server) vazifesi görüyordu. Janus ve Niklas, hem bütün işi hem de bütün suçu kullanıcılarına dağıtıyorlar, arada nelerin el değiştirdiğinden haberdar olmadıklarını iddia ediyorlardı.

Ama müzik endüstrisi pes etmedi. Ofislerinin yerini gizli tutan ve avukatların teröründen kaçmak için sürekli dünyayı dolaşan bu ikiliyi çeşitli yerlerde kıstırmaya ve ellerine mahkeme emirleri tutuşturmaya çalıştılar.

Kazaa tamamen bedava idi. Server ve internet bağlantısı giderleri olmadığı için şirketi ayakta tutmak da zor olmadı. Birkaç lisans anlaşması ile Kazaa’yı Avustralyalı bir şirkete devrettiler. Avustralyalı şirket de şu Pasifik’teki vergi cenneti adalardan birinde konuşlanmış başka bir şirkete devretti. Böylece Janus ile Niklas’a hukuken ulaşmak çok zorlaştı. Ayrıca ayda 30.000$ gibi bir sürekli lisans geliri sağladılar.

Müzik endüstrisinin elinden kurtulmaları, rahat durmalarını sağlamadı tabii. Bu sürekli geliri başka bir endüstriyi, telekomünikasyon endüstrisini zor durumda bırakmak için kullanmaya karar verdiler.

Kazaa’nın yükü kullanıcılara taşıtma prensibini internet üzerinde kesintisiz ve kaliteli ses taşımak için kullanan Skype isminde yeni bir yazılım geliştirdiler. Bu sefer ortada dava açılacak bir durum da yoktu. İnsanları birbirleri ile bedava konuşturmak hiçbir yerde suç değildi. Skype hem onlara hiç yük olmuyordu (gideri yoktu) hem de normal telefonlara normalden çok daha ucuz bağlantı karşılığında para bile kazanabiliyordu. O kadar başarılı bir ürün oldu ki, eBay 2,6 milyar doları saydı ve Skype’ın sahibi oldu.

Skype’ın başarısının altındaki sebep, makinenizde öylece dururken aslında topolojik olarak size yakın başka insanların konuşmalarını sizin bilgisayarınız üzerinden taşıyor olması. Yani sizin bilgisayarınızı ve internet bağlantınızı çaktırmadan başkalarının hizmetine sunuyor.

Böyle söyleyince biraz korkutucu değil mi? Önceleri bu yüzden Skype’tan uzak duruyordum. Ancak işim gereği bütün günüm, başka bir şehirde olan ortağım ile konuşarak geçiyor. İnternet üzerinden konuşmak için Google Talk denedik, MSN denedik. Kesintiler ve sesin geç gelmesi gibi problemler yaşadık. Hiçbiri Skype kadar iyi çıkmadı. İnternet bağlantınızı açıkken kendisini hissettirmeyecek kadar az kullanıyor ve ses kalitesi her zaman çok daha iyi.

Geçen hafta eşi bir seneliğine Almanya’ya okumaya giden bir arkadaşımın bilgisayarına kurduk. Bu hafta farkettim ki pilav nasıl yapılır gibi sorular sormak için bile Skype’lıyorlar. Kameraları da var. Uzaktan beraberce ders çalışıyorlar, evin o odası artık Almanya’daki başka bir odaya bağlanıyor, sadece kapıdan geçemiyorlar.

Leave a Reply